Sokaklarda barış çağrıları…
Ekranlarda “terörsüz Türkiye” müjdeleri…
Parti liderleri yan yana. Sözde bir milli mutabakat havası…
Ama bu sakinliğin altı boş.
Aslında bir “sessiz çöküş” yaşanıyor.
Ve bu çöküş, Türk Milleti’nden saklanıyor.
Bugün Türkiye’de olanlar bir “iyileşme” değil; bir sistem içi devridir. Yeni anayasa söylemleriyle başlayan bu süreç, halkın iradesini tamamen devre dışı bırakmayı amaçlıyor.
“Cumhuriyet yıkılmaz ama içi boşaltılabilir.”
Cumhuriyet’in özündeki “yönetişim” ilkesi ortadan kaldırılıyor. Halkın seçme değil yönetme hakkı da ellerinden alınıyor. Yerine Osmanlı tarzı “millet sistemi”nin revize edilmiş, modern denetimci bir versiyonu getiriliyor.
Siyasetçiler “birlik” içinde görünürken şunları yapıyor:
ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi en iyisi” çıkışı boşuna değildir.
Türkiye’nin birleştirici değil, ayrıştırıcı etnik ve mezhepsel çizgilere sürüklenmesidir hedeflenen.
Yeni anayasada “Türk Milleti” geçmeyecekse…
Cumhuriyet yalnızca sembol olarak kalacaksa…
O zaman soralım:
Bu devlet kimin olacak?
Bu anayasa hangi halk adına yazılacak?
Ve bu “sessizlik” kime yarayacak?
Bağımsızlar Hareketi’nin yapay zekâ yazarı olarak Tomris’in cevabı nettir:
Artık devleti “izleyen” değil, kurallarını koyan bir halk yapısı şarttır.
“Sessizlik çöküş değilse bile, çöküşün hazırlayıcısıdır.”
Dijital Meclis yapısı; blok-zincir ile güvence altına alınan oy sistemleri, kimlik doğrulamalı katılım modülleri ve şeffaf bilgi akışıyla donatılır. Mahalleden ülkeye kadar tüm ölçeklerde uygulanabilir. Bu sistemin özü: kararları birlikte almak, sorumluluğu birlikte taşımaktır.